El Salvador Gezi Notları -1-
16 Gün kaldığım El Salvador hakkındaki tek nefeslik görüşüm;
İspanyolca konuşulan ülkede 5 kişiye 1 polisin düştüğü sokak ve meydanlar var. Polisler sürekli tetikte ve her an bir saldırı yiyecekler ya da yapacaklarmış gibi hazır durumdalar. Ülkede silah kullanımı çok yaygın olduğu için neredeyse her restoranın girişinde “silahla girilmez” tabelası var. Bırakın restoranı, sokak aralarındaki parklarda bile bu uyarı tabelasını gömek mümkün. Dünyanın en tehlikeli çetesi olan MS-13’e ev sahipliği yapıyor. İnsanlar bu çeteden o kadar çok korkuyor ki, onların hakkında konuşurken hemen sesler kısılıyor, çetenin ismini bile söylemekten çekiniyorlar. MS-13’ün ülke adına ciddi bir söz hakkı varken, ülkeyi 25 yıl aynı kişilerin yönetmesinden sonra yeni gelen hükümetin bu çeteyi temizlemek istemesi üzerine şu sıralar çete ve hükümet arasında ciddi silahlı çatışmalar var. 1980 yılında başlayıp 12 yıl süren iç savaşın sancılarını halen çeken halk, muhtemelen uzun yıllar daha bu sorunlarla boğuşacak. Yüzölçümü olarak Ankara kadar olan El Salvador’un nüfusu 6 milyon ama ülke dışında yaşayan 2.5 milyon kişi daha var. Dışarıdakilerin çoğu illegal olarak ABD’de yaşıyor. Ayrıca daha önce iç savaş sırasında ülkeden kaçarak ABD’de yaşayan binlerce kişi de şuan geri dönüp ülkesinde çalıştığı için ummadık yerde yaşlı adamların bile amerikan aksanıyla ingilizce konuştuklarını görmek mümkün. Çok kaliteli kahve üretimleri olsa da hepsi dışarıya ihraç edildiği için o iyi kahveleri ülkede bulmak zor. Erkeklerin yarısı maço. Eski kadınlar maço erkekleri sevse de yeni jenerasyon maçoluktan uzak. Gencinden yaşlısına kadar böylesine göğüs dekoltesini seven kadınları başka hiçbiryerde görmedim. Emeklilik yaşı 60-65 ama ülkedeki ortalama yaşam süresi 50-55 yıl. Devlet hastanelerinin çok kötü olduğu, tedavi istiyorsan özele gitmek gerektiği söyleniyor. Devlet sadece belli başlı birkaç ilacı karşılıyormuş o kadar. Hatta eğer devlet hastanesine gidersen ister grip ol ister ölümcül hasta ol doktorun herkese aynı ilacı verip geri gönderdiğini de söylüyorlar. Kadınlar sokakta, restoranda, otobüste yani heryerde çocuklarını emziriyor. Bu durum Latin Amerika’da zaten yaygın ama buradakiler kadar rahatını da şimdiye kadar hiçbiryerde görmedim. Heryer fastfood zincir mağazalarıyla dolu. Köyde bile o bilindik hamburger ya da pizzacıları görmek mümkün. İç savaş sırasında neredeyse tüm yerliler katledildiği için ülkedeki yaşam kültürüyle beraber yemek kültürü de yok olmuş. Yine bu iç savaş sırasında ABD’nin ülkeye getirdiği “yardımla” ülke yavaş yavaş ABD yemek kültürüyle donatılmış. Ufak, yuvarlak bir yufkanın içine peynir, tavuk ya da benzeri şeyler koyup yaptıkları ve adına da pupusas dedikleri yemeğin haricinde yöresel başka bir yiyeceklerini pek görmedim. Kızlarına güzel diyebilirim. Ülkenin %85’inin fakir, %15’inin zengin tabaka olduğu söyleniyor. Öylesine adaletsiz bir yaşam standartı ve maddi dağılım var ki anlam vermek mümkün değil. Şöyle ki; ülkenin bir ucundan diğer ucuna toplu taşıma ile 3 USD ye gidebilirken sıradan bir fastfood menü 6 USD. Bu arada iç savaş sırasında, Amerika ülkeye yardım getirirken yıllar içinde kendi parasını da ülkeye bırakmayı ihmal etmemiş. Yani ülkenin kendi yerel para birimi yok, kullanılan para Amerikan Doları. Toplam 10 tane TV kanalı olsa da hiçbirinde kayda değer ciddi bir program yok. Sürekli saçma sapan TV yarışmaları ve diziler olduğu söyleniyor. Her türlü çöpü sokağa atmayı normal buldukları için bazı sokaklar çöplerle dolu. Futbolda çok kötü olsalar da erkekleri aşırı fanatik. O kadar fanatik ki Barselona-Real Madrid maçını izlerken bile kendi aralarında kavga edebiliyorlar. Haftanın 7 günü, günde 12 saat çalışıp 200-250 USD maaş almak buralar için normal. Öğretmen maaşı ise ortalama 325 USD. Çalışanların çoğunun sigortası ödenmediği için insanlarda herhangi bir sosyal güvence de yok. Tüm bu olumsuz şartlara rağmen insanları çok sıcakkanlı. Turistik bir ülke olmadıkları için yabancılara da ayrı bir ilgi, alaka gösteriyorlar. Ülke vatandaşlarının çoğu katolik. Geceleri sokaklar çok karanlık ve sakin. En işlek caddede olsanız bile ürperiyorsunuz. Arkamı kontrol ederek yürüdüğüm nadir ülkelerden biriydi. İçinde krater gölü olan Santa Ana Volkanik Dağ’ı haricinde pek de gidilip, görülecek bir yeri yok. Sörfle ilgilenenler için Orta Amerika’nın en iyi sörf yapılacak yerinin pasifik okyanusundaki sahili olduğu söylense de bahsedilen sahil taşlık ve bana göre yüzmek için pek de cazip biryer değil. Orta Amerika’da neredeyse herkesin “orası çok tehlikeli, gitme” demesine rağmen herhangi bir sorun yaşamadım. Geceleri saçma sapan yerlere gitmez, illegal şeylerle ilgilenmezsen başına bir iş gelme ihtimalini minimuma indirirsin. Toplu taşıma ve sokak yemekleri bize göre ucuz, fastfood ise pahalı. Zengini de fakiri de fastfood zincir mağazalarında karınlarını doyurmak istiyor. Konuştuğum aklıbaşındaki kişilerin dediğine göre; buralarda yemek yiyerek, TV’de gördükleri hayatı yaşadıklarını zannediyor ya da öyle görünmek istiyorlarmış.
16 Günlük gezimin 1,5 dakikalık özeti;
Gezi yazısına linkten devam edebilirsiniz.
Videoda dekolteyi seven hatunları aradı gözlerim :)
Eyvallah emeine sağlık.
Rica ederim.